Fransa seçimi de parlamenter sistemin tek adam yönetiminin alternatifi olmadığını gösterdi
Fransa, 1789 Fransız Devrimi’nden beri sosyal ve siyasal gelişmelere tüm Avrupa, hatta dünyada önemli etkisi olan ülkelerden birisi, çoğu zaman da birinci ülke oldu. Bu yüzden de Fransa’daki siyasal gelişmeler, hele de bir seçim varsa; seçim sürecindeki tartışmalar, bloklaşmalar, ayrışmalar, seçimlerin sonuçları üstünden yeni değerlendirmeler yapılagelmiştir.
İlk turu geçtiğimiz pazar günü yapılan seçimlerle ilgili olarak Gazetemizin Fransa Muhabiri Diyar Çomak ve Gazetemizin Yazarı Ayşen Uysal son üç yazısında sadece Fransa seçimine değil genel olarak siyasetteki önemli ayrıntılara dikkat çekti.
Fransa’da pazar günü yapılan seçimin ilk turunda, Cumhuriyet Yürüyüşü Hareketi Adayı Emmanuel Macron oyların yüzde 27’sini alarak ikinci tura kalırken oylarını 2017’deki seçime göre 3 puan artıran neofaşist Ulusal Cephe’nin Adayı Marine Le Pen de kullanılan oyların yüzde 23’ünü alarak 2’nci tura kalan diğer aday oldu.
Böylece Fransız halkı ikinci turda iki sağcı adaydan birine oy vermekle karşı karşıya kalırken ilk turdaki oy dağılımına bakıldığında Macron’un bir kez daha kerhen verilmiş oylarla ikinci turda, belki 2017’deki kadar yüksek bir oranda olmasa da yeniden seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor.
AVRUPA’DA AŞIRI SAĞCILIK VE SERMAYE PARTİLERİ DAHA SAĞA AÇILIYOR
Ayşen Uysal, seçimin ilk tur sonuçlarını değerlendirirken, “Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri bize sadece Fransa siyasetine dair değil, daha genel anlamda temsili demokrasi, siyasal katılım ve siyasete dair önemli şeyler söylüyor” dedikten sonra ekliyor: “Her şeyden önce geleneksel partilerin artık miadını doldurduğunu gösteriyor. Ne söylerlerse söylesinler ne vadederlerse etsinler, sözleri artık seçmende karşılık bulmuyor…”
Nitekim, geleneksel partiler Avrupa’da hızla güç ve itibar yitirirken neonazi ve neofaşist partilerin güç kazanması bir rastlantı değil.
Almanya’da 2021 sonunda yapılan seçimde neonazi Almanya için Alternatif (AfD) partisi yüzde 10.3 oyla parlamentoya 83 milletvekili soktu. İspanya’da aşırı sağcı Vox partisi, 2016’da sadece yüzde 0.20 oy alırken 2019 kasım seçimlerinde aldığı yüzde 15.09 oy ile 52 sandalye kazandı. Finlandiya’da aşırı sağcı Gerçek Finliler partisinin mecliste 38 milletvekili var.
Son seçimlerde Macaristan’da Urban ve tek adam yönetiminin seçimden zaferle çıkması, Polonya, Hollanda, Avusturya ve hatta İsveç gibi demokrasinin Kabe’si görülen ülkelerde, merkez partiler erirken aşırı sağın güçlenmesi açıkça görülüyor.
Dahası, geleneksel sağcı partilerin ve hatta kendisine geleneksel “sosyal demokrat”, “yeşil” diyen partilerin “güvenlikçi” politikalar ve “göçmen karşıtlığı” söz konusu olduğunda sağcı partilerle yarışa girdiğine tanık oluyoruz.
TEMSİLİ DEMOKRASİNİN ALTINDAKİ SOSYAL DEVLETÇİ DÜZEN ÇÖKÜNCE…
Çünkü 2’nci Dünya Savaşı sonrasında SB ve sosyalizme karşı “ön cephe” olarak yeniden inşa edilen Avrupa’nın siyasal düzeni de parlamenter sistem üstünde yükselen “temsili demokrasiler” olarak kurulmuştu. Bu siyasal düzenin sosyal ve ekonomik temelinde emekçilerin de büyümeden pay almasını öngören sosyal devletçilik vardı.
Birbiriyle yarışan düzen partileri, sosyal devletçi politikaların uygulanmaya devam edilmesiyle liberalizm arasındaki mücadelede, halk da bu iki tutum karşısında partilerin yelpazesinde kendi taleplerine yakın vaatler veren partileri seçerek, seçimlerle kendi talebini elde edebileceğini ummaya devam ediyordu.
Ancak neoliberal politikaların zaman içinde tüm sermaye partilerini etkisi altına alması ve SB’nin tarih sahnesinden çekilerek sosyalizmin baskısının ortadan kalkmasıyla, 1990’ların başından itibaren sosyal devletçi reformların başlıca dayanağı olan yapılar ve kazanımların tasfiyesiyle işçi sınıfı ve halklar için “Şu parti gitsin bu parti gelsin” demek, partilerin “Bana oy verin sizi kurtarayım” biçimindeki temsili demokrasi tahterevallisinin anlamı kalmadı. Çünkü artık sermaye partilerinin emekçiler için adlarından başka bir farklarının kalmadığı görüldü. Dolayısıyla 2’nci Savaş sonrasındaki ekonomik sosyal düzen çökünce, bu temel üstünde yükselen siyasal düzen de çöküş sürecine girdi. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi ve sağlı sollu sermaye partilerinin aşırı sağ diye eleştirdikleri partilerin ırkçılık, milliyetçilik, yabancı (göçmen) düşmanlığı, güvenlikçilik gibi alanlardaki iddialarına sahip çıkmalarının arkasında, hiç kuşkusuz ki temsili demokrasiye temel edilen sosyal devletçi sistemin, ülkeden ülkeye düzeyi değişse de çöküşü vardır.
FRANSA SEÇİMİ TÜRKİYE’YE NE SÖYLÜYOR?
“Temsili demokrasi”, son yıllarda ülkemizde “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adı altında tek adam yönetimine alternatif olarak gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Oysa, tek adam yönetimleri daha genel söyleyişle popülist liderlerin iktidara gelmeleri “temsili demokrasi”nin, yani parlamenter sistemin başarısızlığının ürünü olmuştur.
Yani artık emekçilerin 4-5 yılda bir oy vererek siyasete katılma ve seçtiklerinin kendi taleplerini savunacağına inançları kalmamıştır.
Ülkemizde bugün; tek adam yönetimi, “Size ne lazımsa bunu en çok ben bilirim. O halde seçimde bana oy ver gerisine karışma” derken tek adam yönetimine seçenek olarak “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”i sunanlar da “Bize oy verin iktidara gelip sizi işsizlikten, yoksulluktan, yolsuzluktan, torpilden, hukuksuzluktan demokratiksizlikten… kurtaralım” demektedir.
Yani her iki burjuva seçenek de aralarındaki sert mücadelelere karşın yığınların siyasete doğrudan müdahale etmek için alanlara çıkmasına, grevlere, direnişlere başvurmasına karşı durmakta birleşmektedir. Bunu tek adam yönetimi grevleri, direnişlere yasaklayarak, sokağa çıkanların karşısına polisi, jandarmayı, savcıları çıkararak yaparken Millet İttifakı da yığınların siyasete doğrudan müdahale için sokaklara çıkmasını “İktidarın tuzağına düşmek” olarak göstermeye kadar vardırarak yapmaktadır.
Kısacası son 30 yıldan beri neoliberal politikaların yaygınlaşmasına bağlı olarak çöküş süreci içine giren “temsili demokrasi”nin kendi ürünü olan popülist, tek adam yönetimlerine seçenek olamayacağı gibi aşırı sağcı neofaşist ve Neonazi partiler karşısında da panzehir olması beklenmezdir.
Son günlerdeki tartışmalarda “güçlendirilmiş parlamenter sistem” etrafındaki ittifakın ne kadar önemli sorunlarla malul olduğunu gösterdiğine tanık oluyoruz.
Tek adam yönetimi ve neofaşist ve Neonazi partilerin karşısındaki gerçek seçeneğin ise işçi sınıfı ve emekçilerin siyasete doğrudan ve sürekli olarak müdahale eden bir hatta girmesidir. Bunun da kanıtı işçi sınıfının mücadelesinin uzak ve yakın tarihidir.
Evrensel'i Takip Et