08 Kasım 2022 04:55

Çin'in yeni dönemi

Çin Komünist Partisi

Fotoğraf: Dong Fang/VOA

Paylaş

16-22 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen ÇKP Kongresinin ardından Çin’i önümüzdeki beş yıl yönetecek olan ekip ve siyasi programı belli olmuştu. Bir önceki yazımda yeni yönetici ekibinden ne bekleyebileceğimizi tartışmıştım. Bugün, Kongre sonrasında Çin’in içinde ve dışında oluşan politika değişikliği beklentilerine dair gözlemlerimi paylaşacağım. Çin’in içinde gündem Sıfır Kovid politikasının değişip değişmeyeceği. Dışarıda ise gündem Çin’in diğer süper güçlerle ilişkisi ve bunun küresel ekonomiyi nasıl etkileyeceği.

Sıfır Kovid politikası çoktan bir kamu sağlığı politikası olmaktan çıkıp kamu güvenliği politikası haline geldi. Kongreye giden yolda, Xi, salgının yayılıp Parti içindeki muhalefetin eline koz vermemesi için hastalığın şiddetine bakmaksızın sıkı karantina uygulamalarına devam etmişti. Xi’nin Kongreden zaferle çıkmasının ardından karantina uygulamalarında bir değişiklik olmaması halkın sabrını taşırdı. İlk önce, ünlü epidemiyolojistlerin yazdığı (söylenen) bir rapora dayanarak Sıfır Kovid politikasının değişeceği söylentisi kamuoyunu heyecanlandırdı. Hükümet, bu söylentileri kesin bir dille yalanlamakta gecikmedi. Zaten, ülkenin dört bir yanından karantina haberleri gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz ay güneybatı Çin’de bir karantina otobüsünün trafikte kaza yapması sonucu 27 kişi hayatını kaybetti. Üstelik ölenler kovid pozitif bile değildi. Çin’de temaslı kavramı hâlâ geniş tanımlanıyor. Sadece pozitif vakalarla doğrudan temas etmsi kişiler değil, aynı mekanlarda aynı tarihlerde bulunmuş kişiler de karantinaya alınıyor. Yani, bir pozitif vaka için, hareketliliğine bağlı olarak 200 kadar kişi karantinaya alınabiliyor. Bu kadar yüksek karantina rakamları için de yerel yönetimlerin sürekli yeni işe alımlar ve altyapı yatırımları yapması gerekiyor. Zaten, Sıfır Kovid politikasının aslında yerel ekonomileri kurtarmak için bir vesile olarak kullanıldığı da hem uzmanlar hem halk arasında kabul görmüş durumda. Buna rağmen, yerel yönetimler Sıfır Kovid politikaları yüzünden iflasın eşiğine geldiler.

Yerel yönetimlerin bir diğer sorunu da, Xi gücünü pekiştirdikten sonra bürokrasiye korku iklimi iyiden iyiye hakim oldu. Gözden düşmemek için ayrıntıları yerel yönetimlere bırakılmış karantina önlemleri insanları canlarından etmeye başladı. Geçtiğimiz hafta İç Moğolistan’da yaşadığı bina demirlerle kapatılmış ve dışarı çıkamayan, psikiyatrik bir episod yaşamakta olan bir vatandaş, kızı muhtarlığa bağlı sağlık ekiplerini durumun acil olduğuna saatlerce ikna edemeyince hastaneye götürülemeden camdan atlayarak intihar etti. Benzer şekilde, üç yaşında bir çocuk, yeşil kodu olmadığı için hastane kapısında öldü.

Bu önlemlerin devam etmesinin nedeninin kamu sağlığı olmadığını biliyoruz ama resmi söylem o yönde. Çin, kendisinin m-RNA aşısı geliştirememiş olmasını sağlık diplomasisinde bir yenilgi olarak gördüğü için sadece kendi aşılarını kullanıyordu. Halk da yerli aşıya güvenmediği için aşı olmuyordu. Hükümet de karantinaların devam etmesinin nedeni olarak düşük aşı oranlarını gösteriyordu. Bu kısır döngü içerisinde, geçtiğimiz hafta Alman Şansölyesi Scholz’a Biontech CEO’larından Uğur Şahin’in eşlik etmesinin beklenen sonucu açıklandı: Çin, ülkede yaşayan yabancıların Biontech aşısı olmasına izin verdi. Gerçi, benim devlet memuru olan komşularımdan bildiğim kadarıyla, Çinli bürokratlara zaten m-RNA aşısı yapılıyordu, ama bu bilgi kamuoyunda tartışılmıyordu. Nitekim yabancılara Biontech izni, Çin vatandaşları için niye aynı seçme hakkı verilmediği ve Biontech bir kez yerli pazara girdikten sonra bürokratlar, yeni zenginler gibi ayrıcalıklı sınıfların bu fırsattan faydalanacağı, halkın yine mağdur olacağı yorumları yapıldı.

Alman delagasyonunun ziyareti Çin’in dışında da dalgalanmalar yarattı. Her ne kadar Almanya içinde de tartışılan bir karar olsa da, Almanya hükümeti bu ziyaretle ABD’nin dayattığı Çin’den kopuş politikasını izlemeyeceğini beyan etmiş oldu. Almanya’da, uzun zamandır Çin’in Xinjiang politikaları, siber casusluk iddiaları ve yatırımların yarattığı bağımlılık ilişkisi üzerinden Çin’e karşı olumsuz bir kamuoyu vardı. Scholz’un Çin ziyareti öncesi Hamburg Limanının bir terminalinin Çinli lojistik şirketi Cosco’ya satılması aleyhinde baskı oluşmuştu. Sonuçta Cosco’nun payının kararları veto edemeyeceği bir rakama düşürülmesiyle uzlaşma sağlandı. Hemen akabinde, Alman büyük sermayesi yeni ekonomi bakanının tedarik zincirlerinde Çin’den bağımsızlaşmayı savunan önerisini çok sert bir dille eleştirdiler çünkü yenilenebilir enerji ekipmanları ve elektrikli araba üretiminde Almanya ve Çin şirketleri yoğun iş birliği içinde. Nitekim, AB’nin Çin’deki ticaret odası Avrupa sermayesinin Çin’den çıkmakta olduğu konusunda defaatle uyarsa da, Almanya’nın pandemi sırasında Çin’deki yatırımları artmış.

Bir diğer yandan da, Kongre seçimi sonrası hem ABD hem Çin tarafında çip savaşı söylemlerinin yumuşadığına tanık oluyoruz. Xi Jinping, Kongre sonrası yaptığı bir konuşmada ABD’yle köprüleri atmayı düşünmediklerini söyledi. Yine aynı zamanlarda, ABD’nin yaptırım uygulayacağı Çin menşeli şirketlerin tam listesi yayımlandı ve Biden’ın konuşmalarındaki kadar kapsamlı bir liste olmadığı görüldü. Şimdi gözler Güney Kore ve Hollanda gibi tedarik zincirinin önemli aktörlerinin iki dev arasında taraf seçip seçmeyeceği. ABD’de bugün gerçekleşen Temsilciler Meclisi seçimleri de bu süreci şekillendirecek önemli bir faktör.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa