12 Eylül 2023 04:45

12 Eylül'ün fikri ve zikri

Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli el sıkışırken

Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli | Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan, her fırsatta 12 Eylül 1980 askeri darbesinin “Demokrasi tarihimizde kara bir leke olduğu”nu söylüyor. Gülencilerle (FETÖ) iktidarı paylaştığı dönemde yargıyı tamamen ele geçirmek amacıyla yapılan 12 Eylül 2010 referandumunda da halkın desteğini almak için “12 Eylül darbecilerinin yargılanacağı” propagandasını öne çıkarmıştı. Şimdilerde ise, “sivil, özgürlükçü anayasa” adı altında ‘tek adam rejiminin anayasası’nı yapmak için “Darbe anayasasının miadını doldurduğu” söylemini kullanıyor.

İktidarın fiili ortağı Bahçeli de 12 Eylül karşıtlığında Erdoğan’dan geri durmuyor! Bahçeli de 12 Eylül darbesi için “Zulümdür, zillettir, hezimettir, rezalettir, cinayettir” diyor.

Oysa 12 Eylül darbesine giden sürece ve bu darbenin hedeflerine bakıldığında karşımıza bambaşka bir gerçek çıkıyor.

“Başbuğ”u Türkeş ABD/NATO tarafından özel harp (kontrgerilla) eğitimi almış olan MHP, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısında yükselişe geçen işçi sınıfı ve halk mücadelesinin bastırılması için birçok provokasyon, katliam ve cinayette kullanılmıştı. Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı gibi faşist tetikçilerin kullanıldığı Bahçelievler Katliamı’ndan Maraş Katliamı’na kadar karşımızda oldukça kabarık bir suç dosyası bulunuyor.

Bu dönemde özellikle büyük işletmelerde işçiler arasında devrimci-ülkücü, Alevi-Sünni gibi ayrımların kışkırtılması konusunda da MHP özel bir rol oynamıştı. Özellikle MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) patronlarının işçi hareketini bastırmak için MHP’ye mali yardımda bulunup Türkeş ile siyasi ilişkiler kurdukları biliniyor.

Erdoğan’ın ideolojik rehber olarak gördüğü ve her fırsatta görüşlerini dile getirdiği Necip Fazıl (Kısakürek) da o dönemde MHP’yi “kurtarıcı” olarak görüp destekliyor ve “Türk milletine ‘Beklediğin geliyor’ müjdesi”ni veriyordu.

Bugün Bahçeli, 12 Eylül darbesini lanetlese de MHP o dönemde provokasyon ve terör dalgasını özellikle askeri bir darbeye zemin sağlamak hedefiyle gerçekleştiriyordu. Çünkü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’le de ilişkisi olan MHP, ordunun yönetime el koyması sonrasında tam da arzu ettiği gibi faşist bir düzen kuracağı beklentisini taşıyordu.

Ancak 12 Eylül darbesi, elbette MHP istediği için gerçekleştirilmedi. MHP, darbeye zemin hazırlamak için sermaye tarafından desteklenip kullanılan bir araçtan fazlası değildi. 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başlarında dünya emperyalist kapitalist sisteminde dönemin İngiltere Başbakanı Teatcher ve ABD Başkanı Reagan’ın başını çektiği neoliberal bir dönüşüm süreci başlatılmıştı ve 24 Ocak 1980 kararları da Türkiye’nin bu sürece eklemlenmesi için ilan edilmişti. Türk burjuvazisinin bu neoliberal dönüşüm programının uygulanabilmesinin ilk koşulu, işçi sınıfı ve devrimci halk mücadele ve örgütlenmesinin dağıtılmasıydı. İşte CIA’nın Türkiye masası şefinin “Bizim çocuklar işi bitirdi” dediği askeri darbe tam da bu amaçla devreye sokulmuştu. Darbeden sonra işçi sınıfı ve halk içinde kök salmış devrimci örgütlenmelere karşı bir terör dalgası estirilmiş ve bu saldırı dalgasından Türk burjuvazisinin egemen olduğu’ Kürdistan pazarı’nda ulusal hakları için mücadele eden Kürt halkı da payını almıştı.

MHP her ne kadar darbeden önce ‘görev’ini yerine getirse de darbeden sonra beklemediği bir muameleye uğramaktan da kurtulamadı. Tekelci burjuvazinin programını uygulamak için yönetime el koyan ordu, darbenin “kardeş kavgası”nı, “sağ-sol çatışması”nı bitirmek için yapıldığı izlenimi vermek amacıyla MHP’lileri de hedefe koymuştu. MHP’nin “fikri iktidarda, kendisi cezaevinde” olmaktan yaşadığı hayal kırıklığını partinin önce gelen isimlerinden Agah Oktay Güner mahkemede yaptığı savunmada şöyle ifade ediyordu: “Şimdi, ekonomide savunduğu bütün fikirler 12 Eylül’den bu yana teker teker kurumlaşan, memleketin kurtarılması için siyasi tercihi güçlü devlet ilkesine bugünkü iktidarın uyduğu, dolayısıyla fikirleri iktidar, kendileri tutuklu siyasi kadro dünya siyaset tarihinde maalesef yalnızca bizden ibarettir.” (Bora, T; K. Can, Devlet Ocak Dergâh, 11. baskı, İletişim Yayınları, s. 92)

12 Eylül darbesi Türk-İslamcı bir ideolojik temele oturtulmuş, daha sonra Erdoğan’ın iktidar ortağı olacak olan Gülen de bu darbeyi selamlamıştı.

24 Ocak kararlarının da hazırlayıcı olan Özal, 1983’te yapılan seçimlerde başbakan olarak neoliberal dönüşüm programını uygulamaya koymuş ve bu dönem boyunca Arap-Körfez sermayesiyle iş birliği halindeki İslamcı sermaye çevreleri de giderek güç kazanmaya başlamıştı.

İşte Sovyetler-Doğu Blokunun çökmesi sonrasında ABD emperyalizmi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı bu “ılımlı İslamcı” (batılı emperyalistlerle uyumlu neoliberal İslamcılar) güçlerle dizayn etmeye yönelik bir politika izlemişti. Hakkında hâlâ birçok soru işareti bulunan 2001 11 Eylül saldırıları da bu dönüşüm programının (Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) gerekçesi yapılmıştı. CİA’nın Ortadoğu Masası Şefi Fuller, projenin ‘model ülkesi’ Türkiye’de “Ilımlı İslamcıların desteklenmesi gerektiği”ni söylediği dönemde Erdoğan ve arkadaşları “gençler, yenilikçiler” adı altında Erbakan’ın partisinden ayrılma sürecini başlatmış ve AKP’yi kurmuşlardı.

24 Ocak kararlarının hazırlayıcısı ve 1983’ten sonra ilk uygulayıcısı olan Özal’ın sermayenin neoliberal saldırı programının hedefleri doğrultusunda yapamadığı ne varsa AKP-Erdoğan iktidarı döneminde bir bir gerçekleştirildi. Bu saldırı programının merkezinde yer alan özelleştirme konusunda 1985’ten 2021’e kadar yapılan 70.8 milyar dolarlık özelleştirmenin 62.7 milyar dolarlık kısmının AKP-Erdoğan iktidarı döneminde yapılmış olması, bu konuda söyleyecek söz bırakmıyor!

Çalışma yaşamının esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirmesi; taşeronlaştırma, sözleşmeli çalıştırma, grevlerin yasaklanması, kıdem tazminatının hedefe konması ve işçi cinayetlerinin “fıtrat” denilerek  çalışma yaşamının doğal bir parçası haline getirilmesi konusunda hiçbir iktidar AKP-Erdoğan iktidarı kadar pervasızlaşmadı.

Özal’ın neoliberal dönüşümü gerçekleştirmek için yıllarca hayalini kurduğu ‘başkanlık sistemi’, ‘tek adam rejimi’ biçiminde AKP ve MHP ortaklığıyla ve elbette oldukça şaibeli bir referandum sonrasında uygulamaya konuldu.

Bugün Erdoğan ve Bahçeli, görünüşte darbeyi ne kadar lanetlerlerse lanetlesinler gerçekte darbenin fikri (MHP) ve zikri (AKP), programının en kararlı uygulayıcısı olarak iktidarda bulunuyorlar. Dolayısıyla 12 Eylül Anayasası’nın miadını doldurduğunu söylerlerken de aslında bu gerici Anayasa’yı tek adam rejimine, tekelci sermayenin en gerici kesimlerinin güncel hedeflerine uyumlu hale getirmeyi amaçlıyorlar.

12 Eylül darbesinin ruhu da bedeni de bu iktidarda yaşam buluyor. Bu nedenle bu darbeci ordunun Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarını hatırlatan CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun iktidar bloku (ve darbeci zihniyetin CHP içindeki uzantıları) tarafından hedefe konması şaşırtıcı olmadığı gibi, darbeden sonra güç kazanan tarikat ve cemaatlerin, organize suç örgütlerinin, JİTEM’cilerin de bugünkü iktidarın arkasında saf tutuyor olması şaşırtıcı değildir.

Kuşkusuz böylesi bir tablo karşısında bugün darbeye karşı çıkmak, tek adam iktidarının faşist rejim inşasına ve en son orta vadeli program (OVP) adı altında karşımıza çıkan saldırı programına karşı işçi sınıfı ve halklarımızın demokrasi ve insanca yaşam mücadelesini savunmak biçiminde anlam kazanıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa