"Başkanlık rejimi" koşullarında kısa devre manzaralar!
Burjuva devlet iktidarının tüm kurumları ve yasalarıyla kapitalistlerin çıkarlarına işlemesi gerçekliğine rağmen burjuva yönetimler, yönetilenlerin “sisteme uyumu”nu sağlamak için görünürde de olsa bazı hukuksal kuralları önemserler. Bu, yönetilenlerin isyana kalkışmaması için bir önlemdir de. Ancak tekelci gericiliğin uluslararası alanda kazandığı yengiyle bağlı olarak sağ gerici, şoven ve militarist politikanın yönetimler düzeyinde güçlenmesi son on yıllarda bu burjuva “duyarlılığı”nın ihlalini genelleştirdi. Türkiye gibi ülkelerde ise sınıflar arası ilişkilerin tarihsel seyri ve sömürülüp-ezilenlerin mücadele birikimiyle de bağlı olarak burjuva devlet iktidarı ve sermaye partileri-hükümetlerinin halk kitlelerini “gözettiği başlıca alan” güvenlik politikalarıyla bağlı olageldi. İşçi sınıfı ve emekçilerin-gençlik ve kadın kitlelerinin, ulusal ve dini-mezhepsel baskı altında tutulanların mücadelesi yükseldiğinde belirli tavizler verilmekle birlikte, mücadele gerilediğinde bu tavizler geri alınıp daha yoğun baskı gündeme getirildi.
Erdoğan yönetimindeki “tek adam rejimi”nin, ülke tarihinde görülen en baskıcı yönetimlerden biri ya da hatta en baskıcısı olduğuna dair binlerce sayfa tutan yazılar yazılmıştır. Bu yönetim biçimi ve koşullarında, sömürülen sınıf ve ezilen toplum kesimleri için “yasal güvence” kendiliğinden işlerlik göstermez, aksine geçersiz kalır. Basiti, grev ve sendika hakkı kağıt üzerinde yazılıdır. Ancak fiilen geçersiz kılınması için kapitalisti, polis ve jandarması, yargıcı, yerel ve merkezi yönetim yetkilileri, sermaye beslemesi gazeteci-haberci-YouTuber taifesi hazır kıtadır. Agrobay işletmesinin kadın işçilerine karşı uygulama, bir sınıfın bütün kurum ve güçleriyle diğer sınıfın küçük bir kısmına karşı nasıl harekat halinde olduğunun göstergesidir. “Başkanlık rejimi”nin yetkilileri, “İki sendikaya dahi üye olunabilir” demişlerdir ama gerçekte sendikalaştıkları için işçiler işten atılmışlardır. Direnince de karşılarına jandarma, patron çıkarlarını korumaya gelmiştir. Düzenin işleyişi böyledir.
“Başkanlık rejimi”nde, görünürde çeşitli düzeylerde “bağımsız yargı” organları ve “millet iradesini temsil organı” olduğu belirtilen bir Meclis ya da parlamento da bulunmakla birlikte, iktisadi, sosyal, hukuksal ve siyasal-askeri tüm alanlarda ‘son karar merci’ başkanlık karargahıdır. ‘Gezi direnişi’nin “başkan” tarafından mahkumiyetle cezalandırılması yargı mercilerince de benimsenip onandı. Adalet Bakanı, milletvekilliğinin düşürülmesi yetkisinin Mecliste olduğu söylenen bir ülkede “Can Atalay’ın milletvekilliği düşecek” açıklaması yapabildi. Hüküm karargahta verilmiş demektir. Milli Eğitim Bakanı Tekin, “kendi eğitim modelimizi üretmenin vakti”nin geldiğini açıkladı. Buna, “İslam bilinciyle kuşanan öğrenciler mezuniyet sancağıyla onurlandırıldı” haberi eklenince, emel tablosu biraz daha parlaklık kazanmış oluyor. Yanına, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin, başkanlık yönetimince uygun görülmeyen film senaryosu ve gösterimi nedeniyle dağıtılması da yazılabilir.
“Başkanlık rejimi”, tekelci azınlığın çıkarınadır: Milyonları trilyonlara yükseldi. Dolar milyarderlerinin sayısı arttı. Büyük şirketler ve bankalar yıllık kârlarını yüzde dört yüz-beş yüzlere çıkardılar. En önemli ve stratejik kâr alanlarından birinde, silah sanayi alanında tekel oluşturan Bayraktar’a Azerbaycan tarafından “hizmet ödülü” verildi. Ukrayna ve Karabağ’da kullanılan savaş araçlarının gördüğü öldürücü hizmet ödüllendirilmiş oldu. Para ve gelir birileri için çok, birileri için ise yok! Yoksulluk sınırının 43 bin liraya çıktığı ve on milyonlarca insanın yoksulluk koşullarında yaşam savaşı verdiği ülkede, gösterişli TEKNOFEST’ler ilgi odağı olmaya devam ediyor.
İktidar sözcülerinin “güvenlik ve huzur”dan en çok söz ettikleri dönemde, mafya çetelerinin reisleri “rejim ortağı” partinin yöneticileriyle kol kola girerek dönemin en çok kazananlarından oldular. Çeteler büyük kentlerin sokaklarını savaş alanına çevirdiler. Türkiye uluslararası alanda kara para aklaması nedeniyle cezalandırıldı. Sığınmacılar şoven gericiliğin malzemesi olarak kullanılmakla ve ucuz iş gücü olmakla kalmadılar; uluslararası ticaretin metasına da dönüştürüldüler. Avrupa Birliği kurumları, “Mülteci başına 4,2 milyon avro ödedik” diyerek “başkanlık yönetimi”ni, mülteci ticaretiyle suçladılar.
Bütün bunlar, “başkanlık rejimi” koşullarındaki ülkenin “günce”sinde yer alıyor. Daha yüzlercesi eklenebilir. Ama yönetim, “İç ve dış düşmanlar olmasa ülkeyi dünyanın en güçlü ülkesi haline getireceğiz” propagandasıyla kitle desteği arayışını sürdürüyor. “Başkanlık” yönetimi, bütün yönetim yetkilerinin oligarşik dar merkezin elinde olduğu fiili rejimini anayasal güvenceye almak, sağ gerici yönetimlerin devamını kolaylaştırıcı hükümler koymak, kadınların örtünmelerini anayasal yaptırım haline getirmek, dini kurumlaşma ve yaptırımların eğitim sistemi ve toplumsal yaşamdaki etkinliğini yasal destekli artırmak başta olmak üzere toplum yaşamının tüm alanlarını yeniden kafesleyecek bir sistem kurgulamaktadır. “Sivil anayasa yapma” atağı buna yöneliktir.
Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan ya susup boyun eğecek ya çekip gidecek ya da bedelini göze alarak itiraz edecek, kendi gibi itiraz edenlerle birlikte bir güç oluşturarak isteklerini elde etmeye çalışacak. Başka bir alternatif bulunmuyor. Sürekli yakınmalarla elde edilecek bir şey olmadığı yaşanarak test edilmiştir. Burjuva muhalefet partilerinden beklenticilik, bu partilere destek olmak çıkar yol değildir. İşçi ve emekçiler şurada burada lokal düzeyde yapılan grev ve direnişleri birleştirecek bir tutumla hareket etmedikçe, bağlı oldukları sendika, destekledikleri parti hangisi olursa olsun, onların çizgisinde kalmaksızın kendi talepleri için birleşik bir mücadele hattında yürümedikçe, sermaye iktidarının saldırılarından daha fazla zarar görecek, küçük kazanımlarını da kaybetme tehlikesiyle yüz yüze kalacaklardır. Şireci olunca diğerleri, o bitince Trendyol ya da Agrobay veya başkalarının direnişi tekil direniş olarak kaldıkça ancak iş yeri düzeyinde kısmi kazanımlar sağlanır ki onlar da bir ay bilemedin birkaç ay içinde uçup gider. Çarenin sömürü sisteminin çarklarını işlemez kılacak işçi-emekçi birliği-gücüne dayalı mücadelenin geliştirilmesinde olduğu yine tarihin kaydı ve dersidir. Ama bu dersi en çok çalışması gerekenler de devrimci ve sosyalist kişi, grup, parti ve örgütler olmak zorundadır. Acil ve temel talepler savunusu zemininde ve acil olanları başa alarak birlikte yürütülecek mücadeleye ihtiyaç olduğunu neredeyse her devrimci örgütün yöneticileri söylemelerine rağmen ayrı duruşlar devam ediyor ki bu da emekçi kitlelerine güçsüzlük ve moral-manevi yorgunluk olarak yansıyor. Bunu aşmak şarttır.
Evrensel'i Takip Et