21 Ekim 2023 03:56

Eski kurtlar, yeni umutlar!

Umudunu Kaybetme filminden bir sahne 

Paylaş

Dünyanın giderek nasıl bir yere dönüştüğünü uzun uzun anlatmaya gerek yok. Hele de Evrensel okuruna. Ama gidişatın iyi olmadığı, insanlığın geleceğe dair pek de umutlu bakmadığı bir zaman aralığından geçtiğimiz kesin. Böyle zor zamanlarda doğası gereği yaratıcı da dünyanın kalanıyla aynı ruh haline bürünüyor. Bunda bir sorun yok. En nihayetinde dar zamanların ruhunu da anlamaya ihtiyacımız var. Yeter ki, bütün bu sürecin insan soyundaki etkilerini güçlü bir şekilde gösterebilsin bize sanat.

Böylesi bir karanlığın içinde ışık arayanlar da yok değil. Sinemanın eski tüfekleri, Nâzım’ın “Yine de İyimserlik” şiirinde istediği gibi “Sonu tatlıya bağlanan” filmler de çekiliyor arada. Devam eden Filmekimi’nde izlediğim iki ‘yaşlı kurt’ Nanni Moretti ve Ken Loach’ın filmlerine dair kısa notlar düşeceğim bu hafta.

Nanni Moretti’nin son filmi “Güzel Günler” (Il sol dell'avvenire) bugünden yola çıkıp hayali bir ütopyaya bağlanan bir komedi. Kendisinin canlandırdığı Giovanni adlı bir yönetmen 1956’da Sovyetler Birliği’nin Macaristan’ı işgal ettiği dönemde İtalyan Komünist Partisinin iç dünyasını anlatmak isteyen bir film çekmektedir. Öte yandan bugünkü hayatında ise eşiyle sorunlar yaşamaktadır. Bu film içinde film döngüsü, bir yandan karakterimizin kendisini sorguladığı ve yeni bir yol bulmaya çalıştığı hikaye örerken; diğer yandan 1956 İşgali sırasında İtalyan komünistlerinin tavrı başka olsaydı acaba nasıl olurdu sorusuna kendince yanıt arıyor. Bunları yaparken de yeni nesil yönetmenlere, dijital platformlara da taş atmayı ihmal etmiyor. Özellikle Giovanni’nin genç bir yönetmenin setine müdahale ettiği şiddet sahnesiyle ilgili bölüm sinema dersi niteliğinde.

Gelin görün ki, sinema konusundaki yetkinliğine her zaman şapka çıkardığımız Moretti, siyaseten hayli sorunlu bir yere vardırıyor hikayesini. Aslında hikayenin gittiği yer doğru da, yolu yanlış gibi de düşünülebilir. En nihayetinde 1956’ya dair çektiği filmin finalini başka türlü bir dünya olabilirdi umuduyla bağlıyor. Ve fakat bunu yaparken Sovyetler Birliği hiç olmasaydı noktasına geliyor. Filmin başında Stalin’i tarihten çıkarmasını üstadın politik geçmişine bağlayarak anlayabilirdik belki (Ki burada yine sinsice bir numarayla o tarihte hayatta olmayan Stalin’e yıkılıyor işgalin faturası) ama finalde Lenin’in de denklemden çıkmasına varıyor iş. Hal böyle olunca, sosyalizmin gerçekleşmiş en büyük ütopyasını yok sayan bir ütopya da sorunlu hale geliyor. Yine de karamsarlığa ve umutsuzluğa kapıları kapattığı için iyi hissederek çıkıyoruz filmden.

Ken Loach ise “son filmim” dediği “Umudunu Kaybetme” (The Old Oak) ile yakın dönem çizgisini devam ettiriyor. Bu kez eski bir madenci köyündeyiz. 1980’lerde madenin kapatılmasıyla atıl duruma düşen köy boşalmıştır. Çok az insan vardır artık. Evler boşalmış, ortalık tenhalaşmıştır. Kalanlar da TJ Ballantyne’ın barında vakitlerini öldürmek dışında bir şey yapmazlar. Bir gün boş evlere Suriyeli göçmenler yerleştirilir. Bu durum bölge halkında huzursuzluk yaratır. TJ Ballantyne ve Suriyeli göçmen kadın Yara’nın dostluğu bir yandan çatışmayı büyütürken, diğer yandan da toplumun ön yargılarını aşmasının yolunu açacaktır.

Loach, kadim senaristi Paul Laverty ile bir süredir sinemalarını iyice gerçeğe yaklaştırmaya çalışıyor. Kimi zaman sosyal güvenlik sorunları, kimi zaman güvencesiz çalışma biçimleri öne çıkıyor anlatılarında. Bu kez de işlerini kaybettikleri ve yoksullaştıkları için mutsuz olan ve bunu göçmenlerden çıkarmaya çalışan işçi sınıfının ruh haline odaklanmaya çalışıyor. Ama işte Ken Loach da Suriye sorununu dönüp dolaşıp sadece diktatörlük meselesine indirgiyor. Ülkenin parçalanmasında, iç savaşın kışkırtılmasında, İslamcıların silahlandırılmasında sorumluluk sahibi “demokratik ülkeler”den bahsetme ihtiyacı duymuyor.

Ama iyi tarafından bakalım. Filmin karakterleri birbirlerine karşı ön yargılarını kırmaya çalışırken, Loach da bize toplum olmanın ve dayanışmanın önemini hatırlatıyor bir kez daha. Dayanışma olmadan bir toplum olunamayacağının altını çiziyor. Eski siyah beyaz grev fotoğraflarının yanına, İngiliz ve göçmen işçilerin dayanışma umudu asılıyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa