08 Ağustos 2024 05:00

İsrail’e ve gerici savaşlara barikat örmek!

protesto

Fotoğraf: ANKA

Paylaş

İsrail’in birbiri ardına giriştiği saldırılar, sabotaj ve suikastlar dizisi ve İran başkenti Tahran ile Lübnan’da gerçekleştirdiği nokta imha eylemleri, bölge ölçekli daha geniş sahaya yayılacak savaş tehlikesi olasılığını zaman açısından daha da yaklaşmış görenler arttığı gibi, savaş politikaları, taktikleri, araçları ve tarafları üzerine tartışmalar da yoğunlaşmış bulunuyor. Bu tartışmalarda hemen tüm ülkelerde benzer bir akıl yürütme biçimiyle İran’ın yanıtının sınırları ve ne zaman yanıt vereceği konusundaki zihin jimnastiği öne çıkmış görünüyor. Türkiye’de yayın yapan televizyon kanallarına çıkan asker kökenli “uzman”lar ile gazeteci ve politikacıların önemli bir kısmı “İran kağıttan kaplanmış” diyerek bu iddialarının kanıtlarını sayıp döküyorlar! Açıkça dile getirmemelerine rağmen, istedikleri İran’ın büyük bir karşılık vermesidir. Bu beklentiye uygun güçte İran tasavvurlarının boşa çıktığını düşünerek karşı saldırıya geçiyorlar.

Söz konusu azımsama, İran’ın, İsrail ve Türkiye ile birlikte bölgenin etkin ve güçlü ülkeleri arasında önde gelmeleri ve kendi adlarına da bölge politikaları yürütmeleri; İran’ın 1979 ‘İslam Devrimi’nden bu yana ABD ve İsrail’in hedef ülkelerinden biri olması, Sovyetler Rusya’sının ve Filistin ‘davası’nın yanında yer alan eski Irak, Libya ve Suriye yönetimlerinin yıkılması sonrasında, “Sıra sende” denecek şekilde saldırı ve provokasyonlarla denenmesinin henüz beklenen ölçekte bir karşılık görmemesi nedeniyledir. Savaş kışkırtıcı bir yaklaşımdır bu.

İsrail’in savaş politikaları üzerine tartışmalarda gündeme getirilen ve denebilir ki daha yerinde ve daha ciddi soru ise İsrail’in, Amerika Birleşik Devletleri emperyalizminin Ortadoğu’daki “savaş uçak gemisi” mi, yoksa ABD’yi de politikaları yönünde gerginlik, çatışma ve savaşlara sürükleyen bir provokatör korsan mı olduğu sorusudur?

Bu sorunun doğru yanıtının ‘her ikisi de’ olduğu veya olması gerektiği, bölgesel-uluslararası gelişmelere bakılarak söylenebilir. ABD ve Almanya başta olmak üzere Batı Avrupalı emperyalist devletlerin yöneticileri, sadece “İsrail’in güvenliği bizim önceliğimizdir, onu kendi güvenliğimiz sayarız” mealindeki açıklamalar yapmadılar, devlet yönetimi düzeyinden kendilerinin de “Yahudi olduğu”nu söyleyerek manevi güç vermekle yetinmediler, atom bombası dahil kitlesel imha silahlarının geliştirilmesi ve temini, savaş uçakları ve gemileri desteğinde askeri güç katmayla da yanında oldular. 40 bin civarında Filistinlinin katledilmesini ve Gazze Şeridi’nin imhasını gerçekleştiren siyonist yönetimin Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresinde ayakta alkışlanması, İran’a karşı girişilen suikastların yol açtığı savaş tehdidi karşısında bölgeye, İran ve destekçilerine karşı ve İsrail’in yanında olmak üzere savaş gemileri ve uçakları gönderilmesi örneğinde bu iki yön iç içedir.

İsrail, Ortadoğu’da hem ABD emperyalizminin hegemonya güçlerinin en etkili temsilcisidir hem de kendi adına genişleme politikaları ve giriştiği saldırılarla onu ve yanı-yöresinde yer alan diğer emperyalistlerle iş birlikçi gerici diktatörlükleri, kendi politikasına ortak olmaya zorlayan bir provokasyon kıtasıdır.

Siyonizm, bu uluslararası gerici güçlerden aldığı destek eşliğinde “ulusal kaderini tayin hakkı”nı çiğnemekte, Filistin’de sürdürdüğü işgali genişletmenin yanı sıra Lübnan’a, Suriye’ye ve İran’a saldırılar düzenleyerek bölgesel ve uluslararası genişlikte savaş kışkırtıcılığı yaparak bütün halklara karşı suç işlemektedir. İsrail’in savaş politikasına set çekmek bundandır ki bölge halkları başta gelmek üzere bütün halkların sorunudur. O ve savaşçı politikasına güç verenler durdurulamazsa, önceki büyük ya da nispeten daha dar alanda yaşanan savaşlarda olduğu üzere yıkım, yoksunluk, yoksulluk ve ölüm savaş kumanda odalarında duranların değil, bugünü ve geleceğiyle halkların yaşamına düşecektir.

İşgal ve imhaya yönelik, toprak, pazar ve etki alanları üzerine rekabetin ürünü olarak ortaya çıkan savaşların durdurulması söz konusu olduğunda hemen her zaman ve öncelikle emperyalist-kapitalist ülkelerin yöneticilerinin uzlaşıya varmaları akla getirilir, tartışmalarda öne çıkan istem genel olarak bununla sınırlı tutulur. Oysa işgalci olan, savaş politikaları yürüten, savaşlar için hazırlık yapan, toplamında trilyonlarca doları bulan silahlanma harcamaları yapan ve tüm bunların yükünü de vergilerle ve ihtiyaç maddelerine zamlarla emekçi kitlelerin sırtına yıkanlar, gerçekte herkesin duyarak ya da görerek fark edebileceği gibi emperyalistler, uluslararası tekeller, büyük burjuvazi ve sermaye devlet ve hükümetleridir.

Bu böyleyse ama her yerde bu gerici savaş politikalarına ve girişimlerine karşı işçi-emekçi kitleleri, kent ve kırların yoksulları, küçük burjuvazi, küçük üretici ve esnafın ayağa kalkması, siyonizm ve emperyalizme, onlarla iş birliği içindeki kendi hükümet ve devlet politikalarına karşı mücadeleyi büyütmeleri gerekir. İsrail’de savaş karşıtı demokratik kitle hareketinin büyümesi, ABD’de yüz binlerin alanlara çıkarak siyonist yönetimin desteklenmesi politikasını reddetmesi, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Türkiye gibi ülkelerde milyonlara ulaşan protestolarla işgal, yıkım ve yok etme politikalarının reddi, bölgemizi ve giderek daha geniş alanları saracak savaş alevlerinin yakılmasını önleyecek en etkili güç olacaktır. Burjuva devlet yönetimlerini savaşçı politikalarda yoğunlaşmadan alıkoyacak güç de bu güç olabilir.

Kuşkusuz onların da halklarının kanının dökülmesini istemiyorlarsa -ki çıkarları gerektirdiği her durumda bundan geri durmadıkları tarihin kanıtladığı gerçekler arasındadır- yapacakları vardır. Örneğin Amerikan emperyalizmiyle diğerleri siyonist barbarlığın arkasında sıraya girmezlerse, o bu denli saldırgan olamaz. Örneğin söze geldiğinde “Netanyahu’nun Hitler olduğu”nu haykıran Erdoğan yönetimi, Türkiye’deki NATO olanaklarının ve Kürecik Üssü’nün İsrail savunmasının hizmetine sunulmasına son verebilirse, İsrail bu vahşeti sürdürme cesaretini onca pervasızlıkla sürdüremez.

İsrail’in politikalarını, “Müslüman dünyası” uydurmasıyla tarif ettikleri ülkeler için bir büyük bela, bir felaket olarak gören “siyasal İslamcı” politika madrabazlarıyla İslam dinini zenginleşmenin, halk kitlelerini politikaları doğrultusunda yönlendirmenin ve başka halklara karşı düşmanlığa sürüklemenin aracı olarak kullanan sermaye partileri, hükümet ve devlet yöneticileri, politikacı, gazeteci yazarlar ve din bezirganlığı yapanlar, bu yönlü önlemler alınması istemiyle Erdoğan yönetimi üzerinde baskı kurmaya yönelmeyecek denli ikiyüzlüdürler. Yığınsal mücadele ile gerici savaş politikalarının karşısına çıkmak sömürülen ve ezilenlerin sorunudur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa