19 Eylül 2024 05:15

Vicdansızlık!

Recep Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: Murat Kula/TCCB

Paylaş

Vicdan kavramı şu ya da bu gerekçeyle çok sayıda tartışmanın konusu olmuştur. Diyarbakır-Tavşantepe’deki Narin cinayeti vesilesiyle yeniden birçok açıklamada yer aldı. Günümüz burjuva devlet iktidarının en tepe yöneticisi olan Erdoğan örneğin, konu üzerine açıklamasında, “Bu vahşet öne sürülerek aile müessesesi, dini kurumlar, hatta Kürt kardeşlerimiz hedef alınıyor. Açık söylüyorum bu vicdansızlıktır” dedi.

Erdoğan başka birçok konuya da değinerek muhalefetin her türünü hedefe koyan sözleri birbiri ardına sıraladı. Örneğin “şahsiyet inşası”ndan bahisle “Güçlü şahsiyetler, sağlam bir toplumun teminatıdır” dedi ve bireylerin, ailenin, devletin bozulması ve çürümesinin millet ve memleketin aleyhine büyük kötülüklere yol açacağını belirterek sözü camiye, ezana, Kur'an'a getirdi. Camilerin ahırlara çevrilmesi, ezanın susturulması, Kur’an'ın toplatılması gibi, önceki zamanlarda da birçok kez gündeme getirilen ancak hiçbir zaman kanıtı gösterilememiş olan iddiaları yineleyerek “dine sarılma” ile “milletin bekası”nı ilişkilendirme şeklindeki siyasal manevrayı -yoksa taktik mi demeli?- bir kez daha gündemleştirdi.

Elli yılı aşkın süredir egemen sınıf politikasının belirli kanallarında deneyim kazanan birinin bu türden sözler etmesi, elbette sınıfsal tecrübesiyle de bağlıdır. 8 yaşındaki bir kız çocuğunun barbarca katledilmesi karşısında ortaya çıkan toplumsal tepkiye rağmen bir aya yakın süredir bu cinayeti açığa çıkarma yerine, canilerin bulunmasını isteyenleri vicdansızlıkla suçlamak, o da yetmez, aile kurumunu ve Kürtleri hedef almakla suçlamak, bu tecrübeyle bağlı manevralardan olmalı. Kürtleri ulusal talepleri nedeniyle bölücü terörist ilan edip saldırı hedefi yap, sonra dön Kürtleri hedef alıyorlar diye konuş, kolay başarılacak türden bir iş değil!

Erdoğan’ın dini söyleme yoğun şekilde başvurmasıyla ise elbette yeni karşılaşılmıyor. Buna rağmen açıklamasını “toplumun bam telleriyle oynamayı içeren tehlikeli bir kumar” olarak niteleyenler oldu. Aynı zamanlamayla Genelkurmay Eski Başkanı Hulusi Akar ve Anayasa Mahkemesi başkanı, toplumsal yaşamın düzenlenmesi alanıyla ilişkin açıklamalarında dini söyleme başvurdular. Akar, eğitimin bilgi için değil “Allah korkusu”nu oluşturmak için yapılması gerektiği mealinde laflar etti. Milli Eğitim Bakanlığı, tarikat-cemaat örgütlenmelerini “sivil toplum kuruluşu” olarak ilan etmekle kalmadı, eğitim öğretim programını onlarla iş birliği içinde uygulama girişimlerini aleni hale getirdi. Üst düzey yönetim organlarından gelen açıklama ve girişimler, siyasal İslamcılığın devlet kurumlarında artan şekilde güç haline gelmesi kaygısını daha da artırdı.

Birbirini izleyen ve planlanmış izlenimi veren bu açıklamaların, siyasal-ekonomik sorun yumağının Erdoğan iktidarını giderek artan şekilde açmazlarla karşı karşıya bıraktığı bir dönemde ve bir sistematik dahilinde yapılıyor olmasının, hedef şaşırtma-gündem oluşturma gibi bir özelliği var. İşsizlik ve yoksulluğun arttığı, zamların birbirini izlediği, on milyonlarca kişinin kredi borçlusu durumuna düştüğü ve bunlara karşı tepkilerin giderek açık şekilde dışa vurulduğu dönemlerde yapıldığı üzere, yine aynı şekilde “dine sarılma” taktiğiyle, din istismarıyla tepkilerin büyük kitlesel protestolara dönüşmesi önlenmeye çalışılıyor. Ancak hepsi bu değil! Toplum yaşamının siyasal İslamcı anlayış doğrultusunda düzenlenmesi Erdoğan yönetiminin başından beri izlediği politikanın önemli bir yanını oluşturuyor. Amaç dindarlık değil kitlelerin din aracıyla yedeklenerek sömürü ve baskı sisteminin uyumlu unsuru durumunda tutulmalarıdır. Böyle olduğu, din istismarcılarının aşağıdan yukarıya zenginlik içinde boğulacak varlık sahipleri olmasına ve fakat “tebea” olarak zikredilenlerin yoksulluk içinde olmaya devam etmelerine bakılarak görülebilir.

Erdoğan’ın çürümeye ilişkin tespiti, kendine ait olup olmamasından bağımsız olarak, içinde bulunulan durum açısından varsayımsal değil somuttur. Çürüme bireysel değil, toplumsal bünyeyi saracak denli yaygın ve derin izler bırakacak denli de etkilidir. Ne ki bu durum onun ve yönetimi altında büyük vurgunlar yapma olanağına kavuşanların göstermek istedikleri gibi dış güçlerin, lobilerin, hainlerin ürünü değil, sömürü ilişkilerine kulluk bağıyla bağlı olan ve ondan yararlanarak emekçilerin üretimi zenginliklerle ülkenin doğal kaynaklarına el koymada birbirleriyle yarışan kapitalist çakalların marifetleriyle bağlıdır. Erdoğan, “İslam kardeşliğine ve bizi biz yapan kadim değerlerimize daha sıkı sarılmaya ihtiyacımız var” derken olmayan ve olmadığı ayan-beyan olan bir şeyden söz ediyor. İslam dinini kabul eden ülkelerin yöneticileri başta olmak üzere siyasal İslamcıların birbirlerinin kanına ekmek doğrama politikası onca piyasaya dökülmüşken, “İslam kardeşliği” bir rivayetten öte anlam taşımıyor. Kürtler büyük çoğunluğuyla Müslümandır ama ulusal kimliklerini ifade etmelerine karşı dahi küfrün bin türü alenidir. 1840’lardan beri saldırı hedefindeler. Filistinliler önemli bir bölümüyle Müslümandır ama “İslam kardeşleri”nin gözü önünde 76 yıldır imha ve işgal politikalarıyla zulüm altında tutuluyorlar.

Özak işçileri Müslümandır ama sendika seçme haklarını kullanmak istediler diye jandarmadan müftülüğe, AKP’nin belediye başkanından valisine devleti temsil edenlerin baskı ve saldırısına hedef olmaktan kurtulmadılar. Polonez işçileri polis saldırısına uğradı. Soma'da 301 işçi can verirken durumu protesto eden işçi aileleri Y. Yerkel adlı AKP bürokratının tekmeli saldırına hedef oldular. Daha bir ay önce, Soma’da AKP Batman Milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun aile şirketine ait Fernas Maden Ocağında Bağımsız Maden-İş Sendikasına üye olduğu gerekçesiyle altı kişi işten çıkarıldı. Bunun gibi yüzlerce-binlerce örnek sıralanabilir. İslam kardeşliğinden, İslam dininin yüceliğinden söz eden devlet yöneticileriyle tarikat şeyhlerinin hemen tümü ülkenin en zenginleri, sermaye ve servet sahibi kesimi arasında yer almaktadır. Erdoğan, “Müslümanlar olarak Allah’tan ümidimizi kesmemekle mükellefiz” diyor, “Rab'bimize sığınmalıyız” buyuruyor. Bunu başarırsak diyor, Rab'bimiz yeni kapılar açacaktır!

Gece gündüz vardiyalarında durmaksızın çalıştıkları ve büyük çoğunluğuyla “Allah'tan ümit kesilmez” anlayışıyla hareket eden on altı milyon işçiye ancak yardımla yaşayabilen 15 milyon kişiye, 12 bin 500 TL’ye talim eden milyonlarca emekliye, aileleriyle birlikte altmış milyonu bulan yoksulluk sınırı altında yaşayanlara, Erdoğan’ın çağrısı hallerine şükredip susmak, talepte bulunmamaktır. Baş temsilcisi olduğu iktidar mevkileri siyaseten ve sermaye sahipleriyle, iç-dış güç merkezleriyle iş birliği içinde şekillenmiş olmasına rağmen, “Müslümansan Rab'bine sığın, sakın mücadele yolunu tutma!” demek de siyaset hem de siyasetin daniskasıdır. Birileri milyar dolarları kasalara doldurur, arazi-liman-orman demez mülk edinirken on milyonların ellerini açıp şükrederek beklemeleri, bu birincilerin işine çok yaradı. Durum devam etsin istiyorlar. Buna karşı çıkanları da vicdansızlıkla suçluyorlar.

Bir yanda büyüyen sermaye, artan milyoner ve milyarderler, diğer yanda yoksul ve yoksunlar! Bir yanda zor-baskı ve yasaklarla yaşamı cendereye alanlar diğer yanda zulmün kırbacı altında olanlar. Vicdan varsa eğer, terazisinde büyük sorun var!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa