Kapitalizm nereye gidiyor?
Kapitalist sistem, son yaşadığı genel ekonomik krizin etkilerini daha üzerinden atamamışken, yeni bir genel krizin habercileri olabilecek depremlerle sarsılmaya devam ediyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda iflas etmiş ülkeler durumundalar. Kervana eğer önlem alınmazsa İtalya’nın da katılacağı ciddi ciddi bekleniyor. Önlem alınırsa da bu sadece sorunları geciktirmek ve ağırlaştırmaktan başka bir anlama gelmeyecek. ABD yasal borçlanma sınırlarına ulaşmış durumda. Obama yönetimi borç sınırlarını genişletmenin çalışmasını yürütüyor. İspanya gibi bazı ülkeler ise bıçak sırtında yürüyor.
Bütün bu olgular ve kapitalist emperyalist sistemin neredeyse son yüzyılı krizler ve savaşlarla geçen tarihi, sistemin artık sorunları çözme, toplumu daha ileri bir aşamaya taşıma yeteneğinin olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Kapitalist sistem sorunlarını yıkarak, savaşarak, yıktıklarını yeniden yaparak”çözmeye” çalışıyor. Bu süreç kaçınılmaz olarak kısır bir döngü haline gelmiş durumda. Ülkelerin tek tek mali tablosuna bakıldığında hemen hemen hiç bir ülkenin borç sarmalından kurtulamadığı görülüyor. Peki ama alacaklı kim? Koca koca devletler ve hükümetler bu tablo karşısında neden çaresiz kalıyorlar?
Bu soruya kapitalist sistemin krizler karşısında çaresiz kaldığını, krizlerin kapitalizmin yol arkadaşı olduğunu söyleyerek genel bir yanıt vermek olanaklıdır. Krizler ne hükümetlerin yanlış yönetimlerinden, ne büyük tekellerin yanlış kararlar almasından doğuyor. Onlar bütünüyle tekelci kapitalizmin mantığına ve işleyiş kurallarına göre hareket ediyorlar. Bütün krizlerin temelinde kapitalist üretim sisteminin çelişkili yapısı yatıyor ve kapitalizm koşullarında kaçınılmaz olan aşırı üretim, giderek diğer bütün gelişmeleri tetikleyen egemen bir rol oynuyor. Mali sistemin ulaştığı dev boyut ve bunun aşırı üretim üzerindeki etkileri, kapitalist sistemin çözümsüzlüklerini daha da derinleştiriyor ve çözümsüzlüğünü güçlendiriyor.
Bu genel tablodan sonra yukarıdaki soruyu, yani alacaklı kim sorusunu da yanıtlamak gerekiyor. Alacaklı mali sistemin tepesine çöreklenmiş bir avuç dev finans kurumu ve bunlarla yakından ilişkili olan, servetleri sürekli büyüyen dolar milyarderleridir. Toplumun ürettiği tüm zenginliklerin kaymağını bunlar toplamaktadırlar. Hükümetler yeni borçlanmalara gittikçe servetlerini artırıyorlar, hükümetler de düzenin bu gerçek sahiplerinin zenginliklerine zenginlik katacak kararları peş peşe alıyorlar. Bu kararların ilk hedefi işçi sınıfı ve emekçi kitleler oluyorlar. Sürekli olarak onların gırtlaklarına basılıyor, sırtlarına biniliyor. Açıkçası toplumun tüm zenginliğini üretenler, yaratanlar daha fazla açlığa sefalete itiliyor, tembel ve asalak olmakla suçlanıyor.
Toplumun genel onayını almış olan “kamu gücü” yani devletler, sahip oldukları bu otoriteyi yönettikleri toplumlarının ezici çoğunluğunun zararına olan kararlar almak, bir avuç tekele yeni kaynaklar yaratmak, yeni kâr alanları açmak için kullanıyorlar. Böylece bu kamu gücü, yani devletler toplumun üzerindeki asalak yapılarını daha da belirginleştiriyorlar, ortaya çıkarıyorlar. Kamu; sağlık, eğitim ve toplum yararına olan diğer işlerden elini çekiyor ve faturayı yeniden başta emekçiler olmak üzere, tüm topluma kesiyor. Bunun anlamı yeni vergiler, düşük ücretle çalışma, esnek çalışmanın egemen olması, iş güvencesinin bütünüyle ortadan kaldırılması, emekçilerden yapılan kesintilerle oluşturulan fonların yağmalanması, emeklilik kurumunun giderek ortadan kaldırılmak istenmesi vb. dir.
Şöyle bir durumun ortaya çıktığını varsayalım; dünyanın belli başlı ülkelerinde işçi ve emekçiler, yani tüm halk “Eğer bizim onayımızla bizim üzerimizde yer alan ve bizim için çalıştığını söyleyen kamu gücü, bütün bu alanlardan elini eteğini çekiyor ve karşımıza sadece polis, ordu ve mahkemelerle çıkıyorsa, o durumda bu kamu gücünü devirmemiz ve yeni bir kamu gücü oluşturmamız bizim en doğal hakkımızdır. Milyarderlerin ve dev tekellerin yönetimlerine el koyuyoruz ve onları halk yararına çalışan kurumlar olarak yeniden örgütlemek üzere harekete geçiyoruz, kendi güvenliğimizi de kendimiz sağlayabiliriz” Böylesi bir durumda devletler ne kadar direnebilir? Hiç birisinin direnme şansı yoktur ve toplum çok büyük alt üst oluşlardan geçmeden yeni bir toplumun kuruluşunu örgütleyebilir. Dev mali tekeller, bankalar, şirketler için kimse göz yaşı dökmeyecek, kimse milyarderlerin yokluğundan telaşa kapılmayacaktır.
Yukarıda söylenenler elbette bir varsayımdır. Ancak başta işçi sınıfı olmak üzere, onun etrafında kenetlenmiş tüm emekçi yığınlar ve bütün bir halk eğer kendi geleceklerini kendileri için yeniden inşa etmek istiyorlarsa, kapitalist sistemin kendilerini mahkum ettiği derin çıkmazdan, geleceksizlikten, ağır yaşam koşullarından başka türlü kurtulamazlar. Ortaya çıkan bütün belirtiler, emekçi sınıfların içine içildikleri maddi yaşam koşulları, onları sürekli olarak bu durumu değiştirmeye doğru itmektedir. Kapitalizmin kendi mezar kazıcılarını üretmesi, manifestoda yankılanmış, sonra da tarihin derinliklerine gömülmüş bir gerçek değildir. Bugünün kapitalizmi kendi sonunu geciktirmek için tüm toplum için toplu mezarlar kazma peşinde olsa da, attığı her adımda kendi mezarını kazmaktan başka bir şey yapmıyor.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/256045.jpg)
İliç: Madenciliğimizin fotoğrafı
![“Üç aya yakın süre geçti, İliç komisyon raporu hâlâ gelmedi”](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/261948.jpg)
“Üç aya yakın süre geçti, İliç komisyon raporu hâlâ gelmedi”
![Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284338.jpg)
Marmaris Turgut Koyu’nu kurtaran mahkeme kararı: “ÇED gerekli değildir” kararı iptal
![Kaynak sağlığa, eğitime değil sanayiye aktı](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/254547.jpg)
Evrensel'i Takip Et